ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)
<< Tamamını Oku >>
 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<< Tamamını Oku >>

Apokrif Kitaplar

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)

MUHARREF HIRİSTİYANLIĞIN TEMEL ÖĞRETİLERİ
ve
BUGÜNKÜ İNCİLLER

"Hıristiyanlar, âlim olunca Hıristiyanlıkla alakaları kesilir; Müs­lü­manlar da cahil olunca İslamiyetle alakaları kesilir." (Charles MİSMER)

***

Bugünkü Hıristiyanlığın İtikadi-Temel Öğretileri

İsa, bir ' Mesih ' midir? Tanrının oğlu ve Tanrı mıdır? Haç­'­ta can veren gerçekten İsa mıydı? Bugünkü İnciller, aslına uygun mudur? Bu ve bunun gibi soruların cevabı, asırlardır tartışılmış. Bütün hakikatların ışığını 'korunmuş' tek kitap olan Kur'an'dan alan İslam ümmetinin, berrak bir İsa i­nancı olmasına rağmen Hıristiyan Dünyasının kafası hep bulanık ve karışık olmuştur. İnançları kendilerini tatmin et­meyince de hep arayış içinde olmuşlardır.

Bugünkü Hıristiyanlığa göre ;

İsa, Allah'ın oğludur ve kendisinin uluhiyet vasfı mevcuttur: 

"İmdi siz gidip bütün milletlere öğretin. Onları Baba, O­ğul ve Ru­­­­hu'l-Kuds namına vaftiz edin." (Matta, 28/19)

“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tan­­rı'y­dı./Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi./Her şey O'­nun a­ra­cı­lı­ğıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz ol­ma­dı./Yaşam O'n­daydı ve yaşam insanların ışığıydı./İşık ka­ran­­lıkta parlar ve ka­ranlık onu alt edememiştir.” (Yuhanna, 1/1-5)

“Sonra Tomas'a, «Parmağını uzat» dedi, «ellerime bak, elini u­zat, böğrüme koy. İmansız olma, imanlı ol!» / Tomas O'na, ‘Rab­bim ve Tanrım!' diye cevap verdi. / İsa ona, ‘Beni gördüğün için mi iman ettin?' dedi. ‘ G örmeden iman edenlere ne mutlu!' ” (Yuhanna, 20/27-29) (*)

“İsa susmaya devam etti. Başkâhin ise O'na; ‘Yaşayan Tanrı adına sana yemin ettiriyorum, söyle bize, Tanrı'nın Oğlu Mesih sen misin?' dedi. / ‘Söylediğin gibidir,' karşılığını verdi. ‘Üstelik si­ze şunu söyleyeyim, bundan sonra İnsanoğlu'nun, Kudretli O­la­nın sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini gö­re­ceksiniz.'” ( Matta, 26/63,64)

?Ne var ki, Ysa susmaya devam etti, hiç cevap vermedi. Baº­kâ­hi O'a yeide; ?Yüce Ola'y O?lu Mesih se misi?? diye sordu. / Ysa; ?Be'im,? dedi. ?Ve sizler, Ysao?lu'u kudretli O­la'y sa?yda oturdu?uu ve gö?ü bulutlaryyla geldi?ii göreceksiiz.? (Markos, 14/61,62)

İsa; insanlığın asli günahtan kurtulması için kendini fe­­da etmiş ve Yahudiler tarafından haç'a çakılarak öl­dü­rül­müştür: 

"Zira Allah, dünyayı öyle sevdi ki, biricik oğlunu verdi. Ta ki, ona iman eden her adam helak olmasın; ancak ebedi hayatı bulsun." (Yuhanna, 3/16; Romalılar, 5/8)

“Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama yüceliğinden soyunarak kul

(*): Halbuki Matta'da anlatıldığına göre; İsa, (İşaya 42/1'de de işaret edi­len) Tanrı'nın seçkin bir kuludur: “İşte benim seçtiğim kulum...” (Matta 12/18) Ayrıca Matta 14/23, 26/36; Markos 6/46; Luka 6/12, 9/18, 11/1‘de İsa'nın sürekli Allah!a dua ve ibadet etmesinden bahsedilir. İbadet etmek bir uluhiyet değil, kulluk işaretidir. Bu bir çelişki değil mi?.. (Kur'an-ı Kerim 4/172, 19/30'da da, İsa'nın bir kul olduğu vurgulanır.)

özünü aldı ve insan benzeyişinde doğdu. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğerek kendini alçalttı.” (Filipililer, 2/6-8)

İsa, mezara koyulduktan üç gün sonra dirilmiş, belli bir müddet yaşadıktan sonra 'Baba Tanrı'nın sağ yanına yükselmiştir: 

"Eğer kendi ağzınla İsa'nın Rab olduğunu kabul ettiğini söylersen ve kendi kalbinle Tanrı'nın O'nu dirilttiğine inanırsan kur­tulmuş olacaksın." (Romalılar, 10/9)

"Mesih, dirilmemişse imanınız boştur; siz hala günahlarınızın içindesiniz...Mesih, ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden di­rilmiştir." (1.Korintliler, 15/17-20)

" G öklerde Yüce Olan'ın sağında oturan (*) bir başkahinimiz (İsa) var. O'nun aracılığıyla Tanrı'ya yaklaşanları tamamen kur­tarmaya gücü yeter." (İbraniler, 8/1; 7/25)

İsa Mesih'in, 'Baba'sının yanına yükselmesinden sonra Teslis'in üçüncü hükmü olan Ruhu'l-Kuds görevdedir:

 

"Benim gidişim sizin yararınızadır. G itmezsem, Yardımcı (Kut­­­sal Ruh) size gelmez. Ama gidersem, O'nu size gön­de­ri­rim." (Yu­han­na, 16/7)

İsa, Mesih(kurtarıcı)'tir; tekrar nüzul ederek bin yıllık saltanatını sürecek, düşmanlardan öcünü alacaktır:

"İkinci kez, günah yüklenmek için değil, kendisini bekleyenleri kurtarmak için kendilerine görünecektir." (İbraniler, 9/28; Esinleme, 1/7)

***

Şimdi, yukarıda ara başlıklar altında mevcut İncillerdeki cümlelerle delilllendirdiğimiz bugünkü Hıristiyanlığın i­nanç

(*): İsa, Tanrı'nın sağına oturduğu için Tanrı'dan farklıdır. Çünkü birisinin, kendi kendisinin sağına oturması mümkün değildir. Eğer İsa, yeryüzünde insan olup gökte de insan kalıyorsa, o halde ne zaman Tanrı oluyor?..

esaslarını, üç ana başlık altında toplayarak akl-ı seli­min ve ilmin ışığında inceleyelim:

Aslî suç (Péche Original): İnsanın doğuştan suçlu ve gü­­­nahkar kabul edilmesi.

Aynileşmek : İnsanın, aslî suçtan kurtulabilmesi için, kendisini İsa ile aynileştirmesi gerektiği inancı.

Teslis: Üçleme=Trinite=Ekanim-i selase.

Şimdi; Hıristiyanlarca vazgeçilmez kabul edilen bu prensipleri, biraz daha yakından anlamaya çalışalım:

ASLİ SUÇ /GÜNAH

Bütün Hıristiyanlar; Hz.Adem'in, Cenette yasak meyveden yemesinden dolayı işlediği günahın, onun neslinden ge­len tüm insanlara tevarüs yoluyla (irsi olarak) intikal et­tiğine ve bu sebepten, her doğan çocuğun günah yüküyle dün­yaya geldiğine inanırlar...Günah denen şeyin, bir insandan baş­ka birine ırsi olarak geçmesi, aklen ve ilmen kabul edi­le­bi­lir bir husus değildir. Kimse, kimsenin günahını yüklenemez; herkes günahının tek sahibidir. Her hususta ol­du­ğu gi­bi, bu hususta da İslam'ın fevkalade gerçekçi ol­du­ğu­nu görüyoruz. Allah Resulü'nün ifadesiyle; " Her do­ğan, İs­lam fıtratı üzere doğar ..." Tertemiz ve günahsız do­ğar. Hiç­bir şey düşünemeyen, hiçbir şey yapabilme kud­re­tinde ol­ma­yan bir çocuğa, işlemediği bir günahı nasıl yükler­siniz?!. Öte yandan; Kur'an'da açıkça ifade edildiği üzere, Hz.A­dem(a.s.), işlediği günahtan dolayı tevbe etmiş ve tev­be­si ka­bul olunmuştur. (Bakara Sûresi, 37)

ASLİ SUÇTAN KURTULMA

Hıristiyanlıktaki " asli günah " o kadar derindir ki, insan ken­­di gayretiyle o günahtan kurtulamaz. Hıristiyanlığa gö­re, in­sanın bu " asli suç "unu, İsa kendi üzerine almış ve ke­fa­retini, kendini çarmıha gerdirerek ödemiştir(!) Oysa İs­lam'a göre Allah(c.c.), Hz.İsa'yı kendi katına yükseltmiş ve hala yaşatmaktadır.

Muharref İncil'de şöyle der: "Zira Allah, dünyayı öyle sevdi ki, biricik oğlunu verdi. Ta ki, ona iman eden her adam helak ol­ma­sın; ancak ebedi hayatı bulsun." (Yuhanna, 3/16)

" Asli suç "tan kurtulmak için, Allah'ın oğlu(!) İsa'ya inanmakla birlikte, İsa'nın kurduğu yedi tane kilise sırrından biri olan " vaftiz " ameliyesini de yapmak gerekir...

Hıristiyanlık, bu konularda fazlaca düşünmeyi yasaklar; a­ma biz, akl-ı selim sahibi insanların düşünmeden edeme­yeceklerini sanıyoruz.

Sormak isteriz: İsa'nın yeryüzüne gelip insanların gü­nahlarını üzerine alarak onları " asli suç "tan kurtarmak i­çin kendini kurban ettiği zamanlardan asırlarca evvel ya­şamış, bu fırsatı kaçırmış milyarlarca insanın durumu ne olacaktır?..Onlar, İsa'nın ümmeti olamadılar diye, İsa'ya ye­ti­şe­me­diler diye, " asli günah "larından kurtulamadılar mı?..İsa'dan ev­velki insanlık, büsbütün günahkar mı git­ti?..Bu, onlara adaletsizlik ve zulüm olmaz mı?..

Dahası; İsa kendini, insanları " asli günah "tan kurtarmak için seve seve kurban etmişse (ki, Hıristiyanlık inancına göre, İsa buna dünden razıdır; hatta, olayı kendisi tertip etmişcesine i­dam edileceği haç'ı yerine kadar taşımıştır) ve gerçekten insanlar bu vesile ile " asli suç "tan kurtulmuşlarsa, o zaman bu ci­na­yeti işleyenler büyük sevap işlemiş olmalılar, değil mi?!. Akl-ı selim, bunu nasıl kabul etsin!?..

Ya da şöyle düşünelim: Şimdi ben, mesela; yasaklanmış bir fiil olan hırsızlık suçunu işlesem ve de hüküm giysem, fa­kat pişman da olmasam ve af dilemesem. Buna karşılık, be­ni seven birisi, benim yerime suçu kabullenip hapiste yatsa...Bir; dostumun, benim yerime hapiste yatmış olması, be­ni suçlu olmaktan kurtarır mı? Yani ben, suçsuz sayılabi­lir miyim? İki; dostumun, yerime cezayı çekmiş olması be­ni zerrece "ıslah" eder mi? Cezanın bir hedefi de " ıslah " et­mek ol­duğuna göre, cezayı suçlu olan benim çekmem ge­rekmez mi? Üç; dostumun benim suçumun kefaretini ödemeye kalk­­­ması, beni " ıslah " etmek şöyle dursun, daha nice suçları işlemeye teşvik etmiş olmaz mı? Nasıl olsa, cezamı çe­kecek birileri bulunmaktadır!..

Fransız mütefekkiri Voltaire , " asli suç " telakkisini tenkiden şöyle der: "Tanrının, bütün insan kuşaklarını, ilk ataları bir bahçeden bir meyve koparıp yedi diye, sonsuz işkencelerle harap etmek için yarattığını iddiaya cür'et etmek, O'na hakarettir; O'nu barbarlıkların en anlamsızı ile suçlandırmaktır."

Newsweek Dergisi (1979) de, İsa'nın çarmıha gerilme hi­ka­­yesinin dört ayrı İncil'de geçen tasvirlerini incelemiş ve şu tesbitini beyan etmiştir: "Bu rivayetlerin hepsi, bir ha­kikati ifa­de eder ama hakikatin kendisi değildir..."

TESLİS /ÜÇLEME

Hıristiyanlığın itikaden içine düştüğü çıkmazlardan biri de, belki de en büyüğü, " teslis/üçleme " inancıdır. Mu­har­ref İncil'de, "İmdi siz, gidip bütün milletlere öğretin! Onları ba­ba, oğul ve Ruhu'l-Kuds namına vaftiz edin" (Matta, 28/19) şeklinde ifade edilen üç unsur, Hıristiyanların tarih boyu mü­na­­kaşa ettikleri ve halen de izah edemedikleri hususlardır.

[‘ Baba' ; evrenin yaratıcısı ve sahibi olan tanrıdır.

‘Oğul' ; 'Baba Tanrı'nın oğlu olan İsa Mesih'tir. Baba yö­nüyle ilahî, anne yönüyle beşerîdir.

Ruhu'l-Kuds '(Kutsal Ruh); Katoliklere göre, hem Baba hem Oğul'dan; Ortadokslara göre ise, Oğul yoluyla Ba­ba'­dan çıkmış­tır. Baba ile aynı cevherdendir ancak Baba'dan fark­lıdır. Ba­ba'­nın irade ve kudretini taşır. Tanrı gibi her yer­dedir, ancak da­ha çok büyük günahları olmayan seçkin ki­­şilerin içinde bulunur. İn­sa­na iyi duygular ve iyi dü­şünceler verir. Simgesi, beyaz güver­cin­dir. Vaftiz ile insana ge­lir. (Din Kült. ve Ahlak Blg.-1, s.35) ]

"İsa, cevap verip ona(İblis'e) dedi: ‘Rabb Allah'ına tapınacak ve yalnız O'na kulluk edeceksin,' diye yazılmıştır." (Luka, 4/8) / “Rabb Allah'ına tapınacak ve yalnız O'na kulluk ede­cek­sin.” (Matta, 4/ 10) / “Dinle ey İsrail! Allah'ımız Rabb, bir olan Rabb'dır. Ve Rabb Allah'ını bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün fikrinle ve bütün kuvvetinle seveceksin.” (Markos, 12/29-30) den­diği hal­de, "her biri gerçekten Tanrı olan üç şahsiyet(Baba Allah, O­ğul Allah, Ruhu'l-Kuds) vardır," demek, büyük bir çelişkiye düşmek değil midir?..

Yine F. Voltaire , trinite(teslis) konusunda da şu tenkidi ge­tiriyor: "Teslisteki üç şahsiyet, ya birbirinden ayrı üç cevherdir ve­ya bunlar, ilahi cevherin a'razlarıdır. Yahut da bunlar, bir cev­he­rin tamamen kendisidir. Birinci duruma göre, tanrı üçleştiril­miş; ikinciye göre, tanrı a'razlardan meydana gelmiştir; yani a'raz­lar şahsiyet haline getirilmiştir, onlara tapılıyor demektir. Üçüncü hüküm kabul edildiği takdirde de, bölünmez bir bütün boş yere bö­lünmüş, cüzlere ayrılmıştır." (Araz: Herhangi bir cevhere takılan ve bu cevherin zatından hariç bulunan vasıf / Cevher: Varlığı için baş­ka­sına muhtaç olmayan, araz olmayan.)

Eğer mezkur rükünler, Allah'ın sıfatları olsalardı, " Tev­hid " akidesine bir dereceye kadar yaklaşılmış olurdu. Fakat, Hı­ristiyanlarca ne Baba Tanrı, ne Oğul Tanrı ve ne de Ru­hu'l-Kuds birer sıfat değiller; aksine muayyen şahıslar ve ayrı ayrı fertlerdir. Bu durum ise, bugünkü Hıristiyanlığın ta­­mamen bir şirk içerisinde olduğunu gösterir. Ayrıca; İsa'­nın " Allah'ın yegane oğlu " olduğu inancı, Allah'ı insana benzetmeye götürerek gerçek uluhiyete yakışmaz bir hale so­kar. Allah, niçin bir insan şekline bürünerek yeryüzünde yaşayıp bir sürü hakaretlere ve idama(!) maruz kalsın?!.Bu, O'nun yüceliğine ve sonsuz kudretine halel getirmez mi? İnsanlar tarafından rahatlıkla öldürülebilen bir varlık(İsa), nasıl Allah(Rab) olabilir?!.

***

Şu bir gerçektir ki; Teslis inancı, Hıristiyanlığa, Neo­pla­to­nist felsefeden geçmiştir. “Hıristiyanlık Dininin ortaya çıktı­ğı dönemde geçerli olan felsefe görüşü, Neoplatonizm idi. Neoplato­nist felsefe, evreni üç ana unsura ayırıyordu. İlk var edici güç; (ço­cu­ğun babasından doğduğu gibi) o var edici güçten doğan akıl ve her türlü canlıyla bağlantı halinde bulunan, ona hayat veren ruh. Ro­ma felsefesi ise; putperestlik, Yahudilik ve Hıristiyanlık karması ye­ni bir düşünce kurmak hevesiyle ortaya çıkıyordu. Biz, Neoplato­nizm'deki ilk yaratıcı yerine ‘Baba'yı; bu ilk yaratıcıdan doğan a­kıl yerine ‘Oğul'u; ruh yerine de ‘Ruhu'l-Kudüs'ü koyacak olursak; ortaya, Hıristiyanların kabul ettikleri ve İznik Konsülü tara­fın­dan benimsenen Teslis akidesi çıkar. Hiç çekinmeden söyleyelim ki; Hıristiyanların kabul ettiği üçlü tanrı inancı, Neoplatonist fel­se­feden ilhamını almıştır.” (Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, s.62, 63) 

The New Catholic Encyclopedia (Yeni Katolik Ansiklopedisi) de, Teslis hakkında şunları yazmaktadır:

“Yirminci asrın şu ikinci yarısında Teslis sırrının açık, objektif ve dosdoğru, aynı zamanda teolojik(kelamî) açıklamasını yapmak gerçekten zordur. Roma Katolisizmi'nin olsun, Hıristiyan­lı­ğın başka şekillerinin olsun, her hal ü karda Teslis tartışması, or­ta­ya hayalî bir görüntüden başka birşey koymamaktadır. İki şey var: Bir yanda, içlerinde gittikçe artan sayıda Roma Katolik­leri­nin de bulunduğu İncil yorumcularının, yeterli ehliyeti bulunma­yan kişilerce Yeni Ahit'te Teslis'ten bahsedilmemesi gerektiğinin ka­bu­­lü; diğer yanda, tarihçi ve Hıristiyan kelamcıların, Teslis'ten bah­­seden birinin ancak Hz.İsa'dan sonraki dördüncü asrın son çey­reğine uzanabileceğini itirafı. G erçekten dördüncü asrın son çey­reğindedir ki ‘üç şahsiyetli bir ilah' inancı, Hıristiyan inanç ve düşüncesine girmiştir...Üç şahsiyetli bir ilah formülü, dördüncü as­rın sonundan önce Hıristiyan inanç ve akidesine girmemişti. Te­slis'­in ilk şekli, bu ‘üç şahsiyetli bir ilah' anlayışıdır. Bu tarih­ten önce Kilise Babaları arasında bile, bu zihniyetle uzaktan ya­kın­dan alakalı kimse yoktu.” (c.14, s.295, 299, ‘The Holy Trinity' maddesi)

İçinden çıkılmaz karmaşa ve ‘gerçek tanrı inancı'yla bağ­daştırılamaz, izah edilemez çelişkilerinden dolayı günü­müz­de, kimi Hıristiyan mehzepler ‘üçleme'yi reddetmektedirler. Bunlardan, dünyanın dört bir yanında kiliseleri bu­lunan Üniteryen Kilisesi , üçleme inancını kabul etmeyen çok büyük bir Hıristiyan topluluğudur. Özellikle Amerika'­da "üçleme karşıtları" her geçen gün daha da güçlenmekte ve sayısı hızlı bir artış göstermektedir. Bunlar arasında "The Worldwide Church Of G od" özellikle dikkat çekicidir. Bu ki­li­se­­nin kurucusu Herbert W. Armstrong , üçleme inancının put­perest kültürlerin etkisiyle ortaya çıkan bir batıl inanç olduğunu savunmaktadır.

***

Bütün bu batıl dogmalara inanmak için, aklı tamamen iptal mi etmek lazım? Başka da çıkar bir yol gözükmüyor!..

Gerçek şu ki; akıl, hakikate ulaşmada ve dinlerin esas­larını kavramada yegane kaynak değildir. Ancak, mümkün ol­mayanı kabullenmek de, akla tamamen aykırıdır. "Akıl, mut­lak hakikatin bütün sınırlarını çizemez. Bununla beraber o, mutlak hakikatin, mutlak muhal (imkansız) den ayrıldığı sınırı da çizebilme gücüne sahiptir...Müte­nakız (çe­lişkili) bir hüküm, akla gö­re anlaşılmaz bir şey değildir." (NecipTaylan)

Kur'an'ın; " Onlar düşünmüyorlar mı/ Biz, bu misalleri in­­sanlar düşünsünler diye veriyoruz / Hala düşünmez mi­si­niz? " gibi sıkça beyan ve uyarılarına karşı, İnciller, düşünmeyi sanki de yasaklamış ve akılsızlığı tavsiye etmiştir. Nasıl mı? İşte size bir İncil cümlesi: "Kimse, kendi kendini aldatma­sın. Eğer bir kimse, aranızda bu dünyada kendisini hikmetli sa­yarsa, hikmetli olmak için akılsız olsun. Çünkü bu dünyanın hikmeti, Allah'ın indinde akılsızlıktır." (1. Korintoslulara, 3/18,19)

Halbuki; bir itikadi prensibi benimseyip gereğince amel etmek için aklı tamamen iptal etmek, o dini yaşamayı ve yaşatmayı son derece zorlaştırarak tatminsizlik doğurur.

***

Teslis hususunda, büyük müfessir Elmalılı 'nın izahı şöyledir:

"Sonraki Hıristiyanların Hz.İsa'yı böyle bir bebek, anası Meryem'i böyle bir sevimli bâkire, Cenab-ı Allah'ı da, hayatta olduğu müddetçe yarattığı âdemoğullarını, ataları ­dem'­den kalma ilk günahtan kurtarmaya, arındırmaya bir türlü çare bulamamış ve nihayet oğlunun bedenine girerek bizzat kendisi gelmiş, kendini ve oğlunu feda edip kâfirlere kurban ettirmiş, ancak bu kurban ve bu fidye karşılığında kendisine tapınanları kurtarmış, sonra birkaç gün içinde ön­ce oğlunu tekrar diriltip göklere kaldırmış ve işte böyle bir iyilik etmek için nelere katlanmış; kendisini ve oğlunu fe­da etmeye razı olmuş, çaresizlik ve zorunluluklar karşısında fedakârlığın en büyük örneğini göstermek için, en bü­yük iyiliği oğlu ile birlikte kendini de fedâ ve yok etmekte bulmuş, var yok, yok var olmuş durumunda ihtiyar bir baba farz ederek bir inanç ortaya çıkmıştır.

Buna göre, O bir var, aynı zamanda yok; fani, aynı za­man­da bâki; aciz, aynı zamanda kâdir; bir, fakat aynı za­manda üç; üç, fakat aynı zamanda bir mâbûd olmak üzere 'eka­nim-i selâse,' üç öğeden mürekkep üçlü bir tanrı inancına sahiptirler. O ilk günahtan kurtulup selamete er­mek için aklı ve nefsi bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedakârlığı yapmanın bu imanın şartı ve necat sebebi olduğunu iddia ederler ki, bütün bunlar mabud ve kulluk fikrini hafife almaktan öte bir şey değildir ve aklen ve nak­len zahir ve bahir olan Hakk'ın delillerine karşı saygısızlıktır, küfürdür.

Her şeyden önce insanlar için günahı ve günah işlemeyi yaratılıştan kaynaklanan bir zaruret kabul ederek, onu mutlaka işlemek gerektiğine karar vermek, sonra da o günahın her ne olursa olsun sonuçta affedilmesi mümkün değilmiş veya cezalandırılması kabil değilmiş de büyük bir felaketi gerektiriyormuş olduğunu itiraf eylemektir.

Ayrıca bu cezadan ve felaketten kurtulmak için yegâne çare olmak üzere, esasen ona ceza verecek olan ve zaten ver­­mek hakkına ve yetkisine sahip bulunan en yüce ma­ka­mı, son mercii de yok edip ortadan kaldırmak ve böylelikle ceza korkusundan da büsbütün kurtulmak ve ondan sonra doya doya günah işleyip, kendi yaptığı gü­nahların cezasını da başkasına, daha doğrusu yaratıcıya yükletmek demektir.

İşte Hıristiyanlık'taki teslis (üçlü ilah) inancının bütün sonuçlarıyla ve ayrıntılarıyla anlamı, böyle bir nefiydir, yani hak mabud olan Allah'ın bazı önemli sıfatlarını ve özelliklerini inkârdan veya birbirine karıştırmaktan doğan bir i­nanç muammasıdır.

Hz.İsa, hiçbir zaman Allah hakkında böyle bir inanca da­vet etmemiştir. (" Allah: 'Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi in­sanlara, 'Beni ve annemi Allah dışında iki ilah tutun' de­din?' buyurduğu zaman o; 'Hâşâ! Seni bütün noksan sı­fat­lar­dan tenzih ederim. Benim için hak olmayan birşeyi söy­le­mem bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim, sen onu şüp­he­siz bilirdin. Sen, benim içimdekini bilirsin; halbuki ben, senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. '"/ el-Mâide, 116 ) Ancak babasız bir çocuğun pey­gamberliğe mazhar kılınmış olarak bir kutsal ruhla birlikte mucizeler göstermesi, akılları ve teknikleri aciz ve hayran bırakacak şekilde ölüleri diriltip, hastalara şifa vermesi, sa­de­ce onun hak peygamberliğine ve temiz yaratılışına delil sayılan açıklamaları ve öğretileri, hakikat kabul edilip, ilk Hıristiyanların yaptığı gibi, onun tâlimatına uyulacak ve Al­lah'ın birliği inancı üzere yürünecek yerde bir müddet son­ra bu mucizeler ve bu harikalar şüphelerle dolu esrarengiz ve içinden çıkılmaz bir muamma haline sokularak ve İncil'­de ' merhametli yaratıcı ' mânâsına gelen ' baba ' eşanlamlı ve mü­­te­şabih isminin ' gerçek baba ' mânâsına tevil edilip bunun arkasına düşülerek ve bu anlama hulûl ve ruhun ölmezliği nazariyeleri ilave olunarak, İsa'nın in­sanüstü ve ' tanrı oğlu tanrı ' olduğu ve onun bedenine giren babası ile beraber fanî olup gittiği ve bu sebeple in­sanların da kurtulduğu ve binaenaleyh yoklukta birleşen bu ekanim-i teslisin ruhları ancak bundan dolayı takdis edilmek gerektiği tarzında di­nin temel ilkesi sayılmıştır.

İşte bu yola sapılması, Hıristiyanlığı gizlice ta temelinden değiştiren, tersyüz eden bir tahrif olmuştur ki, bunun başlangıcı gizli toplantılara ve ilk İncil tercemelerindeki tah­riflere, sonu da meşhur İznik Konsili 'nde alınan kararlara dayanır. Yani teslis inancı, Hıristiyanlığın kaynağından gelen öz inanç ilkesi değildir, müteşabihata uymak suretiyle ictihada bağlı olarak tahriften kaynaklanan bir batıl i­nançtır.

Bundan dolayı Hıristiyanlar İncil'in metnine ve âyetleri­ne önem vermezler de 'biz onun ruhunu, özünü gözetiyo­ruz,' diyerek İncil nüshalarını her zaman ve sürekli olarak yeni­ler ve değiştirirler. Durmadan onun müteşabihatıyla oy­narlar.

İncil'de Cenab-ı Allah'a ' baba ' denildiği bilinmeyen bir şey değildir. Fakat İncil de dahil olmak üzere bütün se­mâ­vî(ilâhî) kitapların ve semavî dinlerin üzerinde ittifak e­dip birleştikleri bir husus vardır ki, o da ilk sebep olan Al­lah Te­â­lâ'nın ' Yaratan ' olması ve maddeye muhtaç olmaksı­zın kâinatı sırf kendi kudretiyle yoktan halketmesi inan­cı­dır.

Hatta Avrupa felsefesi tarihleri, bu inancın felsefeye an­cak Hıristiyanlıktan girmiş olabileceği görüşündedirler. Bu ise gerçek illiyet ve sebebin ancak üreme ve sudur yoluyla olması nazariyesinin tamamen zıddıdır. Gerçekten de ü­re­me nazariyesi, başlangıcında bir çelişkiden kurtulmak ihtimali bulunmayan bir nazariyedir. Tevlid denilen üreme o­la­yı adi illetler için geçerli olabilirse de gerçek anlamda il­li­yet yaratma ve ibdâ' etme demektir. Bundan dolayı İn­cil'de Cenab-ı Allah için kullanılmış olan ' eb ' kelimesi, ger­çek anlamıyla ' valid '(baba) demek olamıyacağı için ' yaratan ve var eden ' demek olduğu her din mensubu gibi Hıris­ti­yan­lar için de her türlü şüphe ve tereddütten uzak bir inanç ol­ması gerekirdi.

Elbette düşmanları tarafından durmadan ve sürekli ola­rak ' babasız ' diye itham edilmek istenen Hz.İsa'ya, bu ke­li­me­nin kullanılmasına müsaade buyurulması onun hak­kın­da Allah'ın bir rahmeti ve özel bir iltifatı olduğunda nasıl şüphe yoksa, Hz.İsa'nın ' babam ' dediği zaman ' rahim olan Rab­bim, halikim ' demiş olduğunda da hiç şüphe yoktur. Binaenaleyh Hıristiyan papaların, müteşabihata uyarak bu kelimeyi bu kadar engel bulunmasına rağmen lügat an­la­mıyla alıp gerçek ' baba ' mânâsına te'vil etmeye çalışma­ları da yaratılış inanç ve nazariyesiyle bağdaştırılması mümkün ol­mayan bir çelişkidir.

İşte Kur'ân, Allah'ın zatı ve sıfatları hakkında aklen ve nak­len sabit ve apaçık bulunan ve bu meseleyi temelden çö­züme kavuşturacak olan temel gerçekleri, özetleyerek bir belge halinde ortaya koyduktan sonra buna aykırı olan ba­tıl görüşleri ayıklamak ve bu arada Hıristiyanların böyle Al­lah'a ve Allah'ın âyetlerine karşı reva gördükleri tecavüzkâr tutumlarını, bütün incelikleriyle ve temeldeki yanlışlarıyla red­detmek ve geçersiz kılmak ve bunları, red ve iptal gaye­siyle de olsa tek tek sayılıp dökülmesinin Kur'ân ahlâkının nezahet ve vakarıyla bağdaşmayacağını anlatmak ve aynı za­manda irşadın faydasını daha da geniş tutmak için hepsinin de ilâhî âyetleri inkâr anlamı taşı­dığını ve küfür kavramı al­tında birleştiğini özetle gösterecek şekilde uyarıda bulunmuş ve işin varacağı sonucu açıklamıştır.

Mabud, kelimesinin anlamını çirkin ve yakışıksız bir yo­rum­la tefsir etmek, muhkematı inkâr eylemek, ilk günahı bağışlamaya gücü yetmemek, tevlîd, yani çocuk edinmek, te­cessüd yani bedene bürünüp görünmek, kendini feda et­mek, ancak böyle inanıldığı takdirde kurtuluşa erileceğini ummak gibi teslis inancı ile ilişkili olan küfür şekillerinin hepsine karşı hakkın bir kılıç darbesi olan furkanı; hakkı alçaltmaya cüret edenlerin sonuçta mutlaka yenilgiye uğ­ra­ya­caklarını ilan eden bir ilâhî furkandır.

Allah böylesine kapsamlı bir ilim, böylesine yüce bir kud­ret, böylesine keskin bir irade ile hayy ve kayyûm, hâlik-ı musavvir olan bir azîz ve hakîmdir. Bu azîz ve hakîmden baş­­ka ilâh yoktur. Binaenaleyh O'nun Meryem'in rahmin­de şekil verip tasvir ettiği İsa da ne ilâh, ne de ilâhın oğ­lu­dur. O Meryem'in oğlu ve Allah'ın mahlûkudur, bir be­şer­dir. Ancak peygamberlik fıtratı ile tasvir olunmuş bir be­şerdir. Allah onu Meryem'in rahminde, bir kısım gayb ha­ber­lerinden bilgi verecek veya bir kısım mucizeler gös­te­recek şekilde tasvir etmiş ve ruhu'l-kudüs ile teyid edip des­teklemiştir. Bu teyid, onu beşeriyetin dışına çıkarmaz. Ni­ha­yet Âdem peygamberin izinde gidenlerden biri yapar ve onun ilk ana maddesi, mutlaka Meryem'in rahminin dışında yaradılması zaruri olmadığı gibi; ne o maddenin, ne de onu destekleyen ruhun hayy ve kayyûm olan Halik-ı Mu­savvir'den üreme yoluyla doğmuş olmasını tasavvur etmek dahi caiz değildir. Zira üreme olayı, hem üretkenin kendi içinde doğrudan doğruya ve başlıbaşına bir şekillendirme­ye bağlıdır, hem de onun kayyûm oluşunu ihlal eder. Hayy ve Kayyûm'un zevali ve noksanlığı ise muhaldir. Her şüpheden âri olan bu tevhid (Allah'ın birliği) ve tenzîhin âyetleri ve delilleri ortada iken, bunları bırakıp veya görmezlikten ge­lip, ilâhî kitaplardan Tevrat'ı doğrulayıp tasdik eden İn­cil' deki ‘ baba ' ve her ikisini tasdik eden Kur'ân'daki ' O'n­dan bir ruh olarak ' gibi müteşabih âyetleri bahane ederek, küf­re ve inkâra sapmamalıdır. İlâhî kitapların kendine mah­­sus bir üslubu ve onları doğru anlamanın usul ve yolla­rı var­dır." (Hak Dini Kur'an Dili, c.2, s.295 vd., Azim Dağıtım, İst.)

Teslis'in Aklî Delillerle Kesin İptali

Teslisi, en çarpıcı delillerle çürütenlerden biri de; İngi­liz sömürgesindeki Hindistan'da, misyonerliğe ilmi ve fikri mücadelesiyle kalkan olmuş büyük âlim Delhi'li Rah­me­tullah Efendi 'dir. Yaklaşık 1000 sayfa halinde Türkçeleş­tiril­miş ve 1972'de tek baskısı yapılabilmiş İzhârü'l-Hak isimli meşhur eserinin konumuzla ilgili bölümünden (kısaltarak da olsa) bazı çarpıcı alıntılar yapmak isabetli olacaktır:

“(Teslisin) akla uymadığını, yedi madde sayarak arz edeceğiz.

İ - ‘Üçlü Allah'tan muradımız, bir Allah'tır. Üç, bir ve bir de, üç demektir. Bu konuda, aramızda bir fark yoktur. Biz üç diyoruz ama, amacımız tektir. Biz, üçlü Allah'ı ispatlar­ken, Allah'ı da ispatlamış oluyoruz,” sözleri büyük bir yanlıştır.

Böyle bir düşünce, iki zıddın birleşmesi demek olur. (Ha­reketle durgunluğun birleşmesi gibi birşey olur.) Bu bakımdan imkansız ve sakattır. Bir an için dediklerini eğ­reti olarak kabul edelim. O zaman, bulunması gerekli bir şe­yin (vacip olan birşeyin) birkaç şey olması icap eder ki, buna eskiler ‘teaddüd-ü vücup' (vacip olan birşeyin çoklu­ğu) derler ki, böyle bir durumda birlik, yok olur gider. Ma­dem ki, üçlük vardır; üç Allah vardır. Üçünün de bulunma­sı gereklidir. Birlik nerede kalır?

‘Üçlük ile birlik arasında sözce bir değişiklik oluyor ama; hakikatte üç demek, bir demektir,' gibi açıklamaları da, saç­malıktan başka birşey de­­ğil­dir.

Eğer üç Allah varsa, bunlar üç tanedir. Hepsinin birden bulunması gerek olursa; (gerekli şeylerin aynı yerde, aynı za­manda birden bulunmaları icap eder ki; buna, yu­ka­rıda arz et­ti­ğimiz gibi teaddüd-ü vüceba denir. Bu da imkansız­dır.) vacip o­lan bir­şeyin, (bir zaruretin, bir lüzumun) üç şa­hısta ay­rı ay­rı bulunması, üçü bir araya gelince tam birşey o­lu­yor, de­mek olur ki; bu Cenab-ı Hakk'a noksanlık isnat et­mek ve bu noksanlığı da kabul etmek demektir. Cenab-ı Al­lah, bundan tamamıyla münezzehtir. Birlik, birliktir. Bir, bir­dir. Üçe ge­lince; birin üç parçaya ayrılmasıdır. Üçte bir olan birşey nok­sandır. Üçü bir araya gelerek bir olur. Bir­likte, böyle birşey yoktur. Bir, birdir; üç değildir. On­la­rın de­diği gibi ol­sa; Cenab-ı Hakk'ın sonsuz olarak kudretini üçe bölmek demek olur. Allah'ın nâmütenahî kudreti­nin mürekkep (bi­leşik) olmasını gerektirir. Yani, sonsuz kud­retler bir araya gelecek, bir olacak. Cenab-ı Hak, böyle par­çalardan, ayrı ayrı kudretlerden mürekkep değildir ki, böy­le düşünüyorlar.

C. Hak, bir bütün olmuyor da; birçok par­ça­­­­la­rın(cüzle­rin) bir araya gelmesinden vücut bulan bir mu­hassele(bir tüm) oluyor. Öyle bir kül, öyle bir tüm, bir bütün oluyor ki; parça parça kudretler bir araya geliyor da, birleşiyor ve öy­le­ce bütün olabiliyor. Böyle birleşen parça­ların birbirine ya­kın olması, birbirine muhtaç olması icap eder ki; C. Hak ihtiyaçtan, başkasının yardımına, birleşimi­ne muhtaç ol­maktan münezzehtir.

Şöyle açıklayalım: Mesela, bir insanın yanına bir taş ko­nulsa; taş, insanla bütünleşip bir bütün olamaz. Parçaların birbirlerine yakınlığı, terkipte benzeyişi olacak ki, birleşsin. Allahü Teâla Hazretleri, düşündükleri gibi bir bütün değil­dir ki; ayrı ayrı parçalardan, ayrı ayrı kuvvetlerin birleş­me­sinden meydana gelmiş, bileşik bir varlık, bir vücut olsun.

Sonuç olarak; üç, birin üçte biridir. Birleşirlerse bir olur. Bunların birleşmesi için birbirlerine muhtaç olması icap e­der. Allah, birdir ve hiçbir yaratığa ihtiyacı yoktur.

II - Allah(c.c.), kendi kendine vardır. Ve varlığı ezelidir, ebe­didir. Evveli yok ve sonu da yoktur. Cüzlerden bileşik bir varlık değildir. Allah(c.c.), kadir-i mutlak, vacibü'l-vü­cut­tur. Vücudu bir ve lazımdır. Bir araya gelme, bir arada top­lan­ma bir Allah değildir.

III - Dedikleri gibi üç Allah olunca; bu üç Allah arasında madde veya sıfat bakımından eşit olmaları veyahut eşit bu­lun­­­ma­­maları gibi iki düşünce vardır.

Eşit iseler (yani, herbirinde aynı kudret varsa); üçü bir araya gelince ancak tam bir kudret oluyor ki; bunu Hıristi­yan­lar da kabul etmiyorlar. Bunların her biri, diğerine muh­­taç olmayacak derecede varlıklı ve olgundurlar, diyorlar. O halde varlık ve olgunluk, kudret ve kuvvet; yine üçe bö­lün­müş olur. Hem hayır diyorlar, hem de evet diyorlar. Diyor­lar ki; bu da, iki zıttın birleşmesi demektir. (Eğer eşit de­ğil­seler; zaten Allah'larının noksanlıklarını kabul etmiş o­lur­lar ki, bunu kabul etmiyorlar ve etmemeleri de la­zım­dır.)

IV - Üçlü inanca göre; kendilerince cevher-i lâhûtî de­nilen Allah'lık ile cevher-i nâsûtî dedikleri insanlık âle­mi birleşmiş oluyor. O zaman oğul dedikleri Hz.İsa'nın, insanlık alemiyle birleşmesi dolayısıyla ona eksiklik, ziyadelik ol­ması gerekir. Böyle şeylerin bulunması ise, ebedilikle bağdaşamaz. Hâdis olur, fâni olur. Gerek hudüs, gerekse fena; gerek birşeye muhtaç olan ve gerekse sonu bulunan birşey ise, hiçbir surette Allah olamaz. Kendiliklerinden Hz.İsa'yı, bu mantıklarıyla Allah'lıktan çıkarıyorlar. Fakat Allah oldu­ğunda da ısrar ediyorlar. Tuhaf değil mi!?.

V - Üç Allah olunca; birleşmeleri için mutlaka bir sebep veyahut bir ihtiyaç bulunması gereklidir. Sebebe dayanan varlık (ihtiyaca dayanan varlık gibi) bakî ve sonsuz olamaz. Birgün o ihtiyaç veya sebep yok olabilir. Madem ki, arala­rında ortaklaşa ihtiyaç ve sebep vardır; öyle olan varlık Al­lah olamaz.

VI - Hıristiyanların Yakubiyye Mezhebinden olanların dü­şüncesidir ki; o düşünce de büsbütün yanlıştır. Bunlar, öncesi olmayan bir varlığın, sonraları insanlarla birleştiğini ve dolayısıyla önü ve sonu olmamak hasse ve vasıflarını ka­yıp ettiğine inandıklarından çürütmeye lüzum yoktur. Ken­di­leri, kendi Allah'larının kudretini azaltmış ve hiçe indir­miş oluyorlar.

Hıristiyanların başka mezheplerinden olanlar ki; hemen hemen hepsi üç esası (üç Allah'ı; Baba-Oğul-Ruhu'l-Ku­düs'­ü) ka­bul ediyorlar.

Kabullendikleri inançlarını şöyle çürütebiliriz. Bunların üç olup birleşen Allah'ları nasıl birleşmiştir?

A - Birleşme, ilk olarak hulul suretiyle olabilir. Yani gül su­yunun, güle; mısır yağının, susama; ateşin, kömüre hulu­lü (birleşmesi, girmesi) gibi olabilir. Allah'ları arasında, böy­le bir bileşim kabul ediyorlar mı? Oğul hakkında, insanlarla bileşimi kabul ediyorlarsa da, diğer Allah'ları hakkında bu­nu kabul etmiyorlar.

O halde; Allah diye taptıkları Oğul, birleşim dolayısıyla başka bir cisme, başka bir maddeye, başka bir şeye muhtaç de­necektir. Esaslarından biri olan Oğul Allah'ın, başkalarına muhtaç bir varlık olduğunu kabul ediyorlar demektir. Halbuki, başkalarına asla muhtaç değildir, diyorlar. Öyle ise; madem ki muhtaç değildir; birleşimi isbat etmek muhal olur. Yani, mümkün olmaz. Böylelikle de, bu düşün­ce­nin yan­lışlığı meydana çıkar.

B - İkinci olarak; bu birleşim, yukarıda olduğu gibi, şeke­rin suda, tuzun suda erimesi gibi olmayıp gerektiğinden ö­tü­rü bir birleşim olsun. Bu da yanlış ve çürüktür.

Birleşmeyi gerektiren nedir? Ya ihtiyaç, yahut gereklilikten ötürü olabilir. Bu birleşim için (Allah saydıkları) Hz.İ­sa'­nın ihtiyacı varsa, şarta bağlı demektir. İlk şarta bağlı o­lan birşey Allah olamaz, kadim olamaz. Hadîs olur, fani o­lur ki; bunu, onlar da kabul etmiyorlar. Gereklilikten ötürü bir birleşimi zorunlu görüyorlarsa da, bu da, Allah'larının bu gibi bir bileşime ihtiyacı olduğunu ve dolayısıyle ezeli ve e­be­di olmadığını gösterir. Böyle noksan sıfatlar, uluhi­ye­te yakıştırılamazlar. (Bun­ları, kendileri de yakıştıramıyorlar.) Yakıştıramıyorlar da, neden üçlükte direnip duruyorlar?..

C - Üçüncü olarak; Allah sayılan Oğul'un(Hz.İsa'nın) Al­lah'lıkla birleşip, insanlarla birleşmediği ve Allah olarak gel­diği düşüncesidir. Bu düşünce üzerine de, şu mütalaa­la­rımızı ileri süreriz:

1 - Ya Hz.İsa, gökte olduğu gibi yer de de Allah'ın kendi­siyle(zat-ı Allah ile) bakidir; veyahut değildir. Bu iki dü­şünce­den başka türlüsü de olamaz.

Eğer Allah ile beraberse; -bir şahsın aynı zamanda iki yer­­de birden bulunması imkansız ve akla sığmaz olduğundan- bir an için Hz.İsa, Allah'tan ayrı kalıyor demektir. Al­lah'tan ayrı kalınca, onda Allah'lık kalmıyor. Allah'ın bir cüzünde, bir parçasında Allah'lık kalmayınca; parça vücuda (aynı cüz, külle) bağlı bulunduğundan, birşeyin cüzü (par­çası) yok olunca küllün de yok olması gerekir. Bu saç­ma düşünceden Ulu Tanrı'ya sığınırım. Yok eğer durum öyle değilse; o zaman ikilik var demektir ki, birlik olmaz. O za­man iki Allah da, üç Allah da yok demek olur. ‘İşte, bu yokluk ile Allah var oluyor,' denilse; yokluk ile varlık birle­şe­mez.

Onlarsa, birleşimde ısrar ediyorlar. Diyorlar ki; bu birle­şim ve bu yere iniş, insanın aynada görünmesi gibi birşeydir. Bunu da, (inançları için bir örnek) kabul edelim ve he­men çürütelim.

Yeryüzünü bal mumuna batırsalar, çamura koysalar; yü­zünün çamurdaki ve bal mumundaki izi, nasıl yüzün kendi­si değilse; aynadaki hayal de, insanın kendisi değildir. O halde; bu da, o kadar yanlış ve o kadar olmayacak birşeydir ki; hem Allah'ın kendisidir(aynıdır) diyorlar, hem de; görü­­lü­yor ki, hiç de kendisi değildir, diyorlar. Gösterdikleri mi­saller; Hz.İsa'nın, Allah'ın sıfatlarıyla bezenmiş olmadığı ve Allah olmadığını gösteriyor. Kendi misallerine göre; Oğul Al­lah'ın, Hz.Mesih olmaması gerekmektedir.

Sonuç olarak: Bu, öyle olmayacak bir iştir ki; hiçbir ol­ma­yacak başka bir iş, buna eşit olamaz. Ve öyle bir sözdür ki; hiçbir suretle dikkate bile alınamaz. Yalancı bir fikir ve yal­nız bir laftan ibarettir.

VII - ‘Allah'ın ziyafetleri' diye adlandırdıkları yemek me­ra­simindeki ekmeğin, birgün Hz.İsa olacağı hakkındaki Ka­to­liklerin sarsılmaz inançlarını, Protestanlar -gülüp, alay ede­rek- kabul etmiyorlar da; ondan daha saçma bir fi­kir olan ‘Hz.İsa'nın da Allah olduğu' fikrini nasıl kabulle­ne­bili­yor­lar? Niçin ‘Hz.İsa'nın da, Allah ol­madığı ve olama­yacağı ve olmasının da mümkün ol­ma­dığı' fikrini aynı mantıkla ka­bullenmiyorlar?..Bir kere beş duyumuzun en gü­­­veniliri o­lan gözü yalanlıyorlar. Hz.İsa'yı gören bütün in­sanlar, kendisini bir insan olarak görmüşlerdir. Başka tür­lü gören de olmadığına göre; gözü yalanlamak neden?

Hıristiyanların, bu göz göre göre yanlış ve saçma inanç­ları, doğruyu görmekten kendilerini alıkoymuştur.

***

Sırası gel­mişken, bir hikayeyi burada anlatalım:

Vaktiyle üç kişi, Hıristiyanlığı kabul ederek bir papaza gitmişler. Kendilerine, dinlerinin temel kurallarını (iyice) anlatmasını büyük bir samimiyetle istemişler ve papazdan u­zun bir süre ders almışlar. Papaz, onlara herşeyi öğrettiği gi­bi üçlü inanç konusunda da (kendince) çok güzel ve e­saslı bilgiler vererek Allah'ın üç olduğunu (Baba-Oğul-Ru­hu'l-­Kudüs) öğretmiştir.

Birgün öğretmen papazın tanıdıklarından bilgin bir kişi gelmiş ve kimlerin Hıristiyanlığı kabul ettiğini sormuş. Pa­paz da, üç kişinin kendi dinlerine girdiklerini söyleyince; nasıl, birşeyler öğrendiler mi? diye sormuş. Evet, cevabını alınca misafir kişi pek sevinmiş ve içlerinden birisini çağı­rarak üçlü Allah hakkındaki bilgisini sormuş. O da, cevap olarak;

- Değerli öğretmenim(papaz), bana bunu güzelce öğretti; Allah üçtür. Bunlardan biri, gökte bulunan Allah'tır; di­ğeri, Meryem Anamızın karnından doğarak dünyaya gelen Allah'tır; üçüncüsü de, 30 yaşına gelince ona güvercin sure­tinde inen Allah'tır, deyince papaz fena halde içerlemiş; ‘bu­rası kesin değildir,' diyerek onu kovmuş.

Arkasından ikinci öğrenciyi çağırmış ve bizzat kendisi ona üçlü inanç hakkındaki bilgisini açıklamasını söylemiş. İkincisi, cevap olarak;

- Efendim, öğrendiğimize göre; Allah üçtür. Bunda da, hiç şüphem yoktur. Fakat Allah'ın biri asıldı; şimdi ikisi kal­dı, deyince; onu da, sinirlenerek kovmuş.

Daha sonra üçüncüyü çağırmış. Üçüncüsü, en çalışkan ve zekileri olduğundan güzel cevaplar vereceğine emin ola­rak papaz, aynı soruyu ona da sormuş. O da;

- Efendim, derslerinizi can kulağı ile dinledim. Çok iyi öğ­rendim. Bu alanda bilgim, sarsılmayacak kadar kuvvetli­dir. İmanım da çok sağlamdır. Allah, üçtür; fakat üç, birdir. Ve bir de, üçtür. Bu bakımdan, aralarında tam ve sarsılmaz bir birlik vardır. Bunlardan biri asılıp yok olunca, Allah'­la­rın hepsi birden yok olmuştur ve şimdi Allah yoktur... Çünkü böyle olmasa, aralarında birlik olmaması gerekir. Madem ki, birlik vardır (bu birlik de, kelimenin tam an­la­mıyla vardır); biri yok olunca, elbetteki diğerleri de yok o­lur. Aksini ileri sürmek; üç Allah arasındaki birliği inkar etmek demek olur, demiştir.

Bu öğrencilerin verdikleri cevapların kusurlu olduğu söy­lenemez. Kusurlu ve yanlış olan konudur. Ne taraftan ba­­kılsa, kusur ve eksiklik, yanlışlık ve uydurma göze çarpar. Hıristiyanların (birçok) bilginleri de, bunu itiraf ve kabul e­di­yorlar. Bunu böyle kabul etmek icap eder, demekten baş­ka bir söz söyleyemiyorlar. Bilginleri, hayret içinde­dir­ler; ca­hilleri de, körü körüne inanıp kabul ediyorlar.

***

(Netice olarak şu tesbiti yapabiliriz):

(Hıristiyanlar), Hz.İsa'yı bazen yükselterek Allah merte­be­sine çıkarı­yor­lar; bazen de onu küçültmekten -hatta ken­dilerinden de a­­şa­ğı görmekten- çekinmiyorlar. Nitekim, Hz.İsa'nın kabahatlarını sayarak; onun da, bazı sorunlarda sapıttığını ileri sürüp; ‘Mesih, vefatından sonra doğruca cehenneme girecek ve orada üç gün yandıktan sonra ancak cennete girecektir,' diyorlar. Bundan başka; Hz.İsa'nın mu­kaddes, değerli ve saygıdeğer baba ve dedelerine olmadık kö­tü lafları, yalanları yakıştırmaktan ve uydurmaktan geri kal­mıyorlar. Hz.Süleyman ile Davud'un, birer piç tohumları olduklarını (hâşâ sümme hâşâ); Hz.Süleyman'ın, son yıllarında kafirliği kabul ederek birçok puthane yaptırdığını; Hz.Davud'un, zina yaptığını söyleyip duruyorlar. Kitapları da böyle yazıyor. Bilmem ki; bu kanaatlarıyla ve sözleriyle Hz.İsa'ya saygı mı gösteriyorlar!.. ” (İzhârü'l-Hak, s. 431 - 440)

***

Rahmetullah Efendi , aynı eserinde; büyük müfessir Fah­reddin Râzi Hazretlerinin, bir Hıristiyan papazıyla aralarında geçen ilginç bir tartışmayı da zikreder. Konumuzla ilgili ol­duğu için aynen aktarmayı uygun buluyorum.

(F. Râzi anlatıyor) : “Ben, Harzem'de Kur'an-ı Kerim tefsiriyle uğraşırken, bana İsa(a.s.) dininden çok bilgin bir papazın geldiğini söylediler. Hemen ziyaretine gittim. Kendileri bana;

- Peygamberiniz Muhammed'in(s.a.v.) peygamberliğine delil ne­dir? diye sordu. Bunun üzerine;

- Musa, İsa ve diğer peygamberler hakkında tevatüren bu­­güne kadar gelen sözlere ve onların mucizelerine nasıl ina­nıyor ve peygamberliklerini kabul ediyorsak; Peygamberi­miz Muhammed- Mustafa(s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinden gelen mucizelerle, kendilerinin peygamberliğini kabul ve tasdik etmek icap eder. Eğer tevatür ve mucizelerle şimdiye ka­dar gelen doğru sözlere inanmamak gerekirse; o zaman, bü­tün peygamberlere de inanmamak icap eder, dedim. Bu­nun üzerine Hıristişyan papaz;

- Ben, Hz.İsa'nın peygamber değil, Allah olduğuna inanıyorum, dedi. Ben de;

- Bu sözünüz, çürük ve asılsızdır. Allah'ın kimseye muhtaç olmaması, kimseden korkmaması, Vâcibü'l-vücud ol­ması, bir cisimde görünerek faydalı olmaması icap eder. Hal­buki sizlerin kanaatine göre; Hz.İsa, Yahudiler tarafından asılmıştır. Kendisi, Yahudilerden korkmuştur. Başkala­rı­na muhtaç olmuştur. Çocuk olmuş, büyümüş, sonra da öl­dürülmüştür. Allahu Teala Hazretleri ise; ezeli ve ebedidir. Vü­cudunda bir değişiklik; büyüme, küçülme, kaybolma, yok olma, yok olduktan sonra tekrar dirilme gibi durumlar ol­maz ve olamaz. Aksi takdirde Allah, fani olur. Fanilik sıfatı ise Allah'ta yoktur. Hz.İsa, Yahudilerden korkar ve gizlenirdi. Onlardan şiddetle kaçardı. Nihayet kanaatinize göre; ken­disini yakalayıp astılar. Allah, korkar mı? allah olsaydı; Yahudilerin şirretliklerini def' edemez miydi? Bir takım hi­lelere, çarelere başvurmasına lüzum kalır mıydı? İnsanın aklı, bunun yanlış ve bozuk olduğunu gün gibi açığa çıka­rırken; akla uymayarak, bir takım uydurmalara inananlara şaşarım.

Yine şaşarım ki; âlemin ilahı, şu gördüğünüz Hz.İsa(a.s.)'­ın cismani şahsiyetidir, diyorsunuz. İlah-ı âlem kendisi ol­saydı veyahut ilah-ı âlemin ufak bir parçası olsaydı; Allah, Hz.İsa'ya hulül etti, demek olur ki; bu da, tamamıyla yanlıştır. Çünkü kendisi Allah olsaydı; Yahudiler, Hz.İsa'yı asınca kainatın Allah'sız kalması gerekirdi. O zaman, Allahsız bir kâinat nasıl var olabilir?

Allah değil de, Allah'ın bir parçası, sözü de; kelimenin tam anlamıyla saçmadır. Böyle biri, diğerine muhtaç; biri, diğerinin parçası; biri, diğerinin tamamlayıcısı Allah'lar o­lun­ca; Allah'ın ve hatta size göre Allah'ların hepsinin zayıf ve başkalarına muhtaç olduğunu kabul etmek icab eder ki; böyle birşey olamaz hatta düşünülemez.

Tam Allah değil, Allah'ın bir parçası da değil; fakat şüp­he yok ki, Allah ona(İsa'ya) hulül etmiştir, düşüncesi de yan­lıştır. Çünkü Allah'ın Hz.İsa'ya hulül eden kısmı, Allah'ın niteliklerini üzerinde toplamışsa; Hz.İsa da, Allah olurdu. Ve Allah'tan ayrılan parça da; ilah-ı alemin noksanlığını ve -par­çasının ayrılmasıyla- ayrılmaya, parçalanmaya, bölün­me­­ye mahkum bir vücut olduğunu gösterir ki, bu mümkün ol­madığı gibi Hz.İsa'ya giren, hulül eden Allah'ın parçası ol­­du­ğundan Hz.İsa'nın ölümsüz olmasını icap ettirirdi.

Görülüyor ki; Hz.İsa, Allah'tır; Hz.İsa, Allah'ın bir par­ça­sıdır; Hz.İsa'ya, Allah hulül etmiştir; öyleyse Allah'tır, gi­bi düşüncelerin hepsi yanlıştır, dedim. Ondan sonra da pa­pa­za;

- Pekiyi sen, Hz.İsa'nın Allah olduğunu nasıl ispatlayabi­lir­sin? Delilin nedir? diye sordum. Karşılık olarak şöyle de­di:

- Hz.İsa'dan, insanların yapamayacakları birtakım harikalar çıkmıştır. Ölüyü diriltmek, çaresiz hastaları iyi etmek gibi. Bunları biz yapamıyoruz. Ondan anlıyorum ki; İsa, Allah'tır, dedi. Ken­di­sine cevap olarak;

- Bir yerde, bir işte delil bulunmazsa medlûl da bulunmaz, demek değildir. Bazen delil bulunmayabilir. Sende ve bende, bu gibi görülmedik, işitilmedik hallerin bulunmaması, Allah'ın bulunmamasını icap ettirmez. Bende ve sen­de böyle haller olmuyor diye; Allah yoktur, Allah İsa'dır, de­­ni­lemez. Hem Allah'ın kudretinin, bizlerde de bulunma­dı­ğı ne malum? dedim. Eğer delilin bulunmadığı yerde med­lul da yoktur, dersek; bu, ilme ve mantığa aykırıdır. O zaman sen, Allah yoktur, demek istiyorsun ki; bu, büyük bir yanlıştır.

Sonra şunu da arz edeyim ki; ölüyü diriltmek, nihayet o­na bir can vemekle olur. Fakat mesela bir sopayı, muazzam bir yılan yapmak daha güçtür.Sopaya can verilecek ve sopa yılan olacak ve bütün sihir aletlerini de yutacak. Bu, hastaya şifa vermekten ve ölüyü diriltmekten daha güçtür. O halde; Hz.Musa(a.s.)'a da, Allah demek (hem de haklı olarak) la­zım gelmez mi? dedim.

Buna karşılık bir cevap ve bir söz bulamayan papaz, evet veye hayır diyemediği gibi bir itirazda da bulunamadı...” (bkz.: a.g.e., s. 470 - 472)

***

Kur'an-ı Kerim'in, Hıristiyanların Allah inancı/Teslis ko­­­­­­nusundaki sapmalarına ihtarla işaret ederken, gerçek Allah inancını ortaya koyması çok manidar ve tatminkardır:

“‘ Rahman çocuk edindi,' dediler./Hakikaten siz, çok çir­­kin birşey ortaya attınız. / Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir; / Rah­man'­a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden! / Halbuki ço­cuk edinmek, Rahman'ın şanına yakışmaz .” (Meryem Sûresi, 88-92)

" Ey Kitap Ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hak­kın­da gerçek olmayan şeyleri söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun, Meryem'e attığı keli­me­si ve O'dan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın. (Al­lah) üçtür, demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son ve­rin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Haşa O, çocuk sa­hi­bi olmaktan yücedir (münezzehtir.) " (Nisa Sûresi, 171)

" De ki: O Allah birdir/Allah Samed'dir (her şey O'na muh­­­taç, O hiçbir şeye muhtaç değildir) /Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır/Hiçbir şey O'nun den­gi (benzeri) olmamıştır. " (İhlas Sûresi)
 
alt_banner