ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)

 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<<Günümüz Türkçesi>>
<< Azarbaycan Türkçesi >>

APOKRİF KİTAPLAR
<<Günümüz Türkçesi>>
 
 

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)." (Âl-i İmran S., 64)

HELAKİMİZE SEBEP ZAAFLARIMIZ ve KURTULUŞUMUZA VESİLE AMELLERİMİZ

Hakkı Bayraktar
bayraktarhakikat@gmail.com

“Ey insan! O sonsuz cömertliğin sahibi Kerîm Rabbine karşı seni aldatıp gururlu kılan nedir?!”
 ( İnfitar Sûresi, 6  )

En güzel kıvamda yaratılmış olan”(1), “Kat kat ikramlarla şerefli kılınan”(2), Allah’ın yeryüzünü donattığı nimetlerini, O’nun rızası doğrultusunda tasarruf etmekle mükellef “halife kılınan”(3) insan, aynı zamanda bazı zaafları da olan bir varlıktır. Bu zayıflığından dolayıdır ki, yaratan ona ağır teklifler yüklememiştir. “Allah sizden (ağır sorumlulukları, taşınması zor yükleri) hafifletmek ister. Çünkü insan oldukça zayıf (iradeli) yaratılmıştır.”(4); “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.”(5)  Öyleyse insanın, gücünün yettiği sorumlulukları yerine getirmesi, onun yaratılma gereği ve kulluğunun icabıdır.(6)
İnsanın zaaflarını kontrol edememesi, irade eğitimi ihmalindendir. Bu ihmaldir ki, onu her an helak olmanın eşiğine sürüklemektedir. İşte “en güzel kıvamda yaratılan insanın” “aşağıların aşağısına yuvarlanması”(7) serüveni, ona verilen bu cüzi irade alanında gerçekleşmektedir.

  • İnsanı aldatan en önemli zaaflarından birisi, kendini unutmaktır. “İnsanlara iyiyi ve güzeli emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap’ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”(8) Bu aynı zamanda insanın bencilliğinden, kendini hep kurtulmuş, güvende ve hep başkalarını felakette hissetmesindendir. Okuduğu Kitab’ın ilk muhatabının kendisi olduğunu anlayacak kadar aklını işletememek ne büyük bir zaafiyet, ne büyük bir gaflettir..!

Bu beşeri zaafiyetlerimizden olan nisyan(unutmak), Hz. Adem’den beri bütün insanların tabiatında mevcuttur. Dünyaya gönderilişimizin sebebi de -ilahi hikmet gereği-, ilk insanın nisyanıdır. “Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.”(9) Hz. Adem, -Şeytanın vesvesesiyle unutarak- ağaca yaklaşır ve meyvesinden yer. Bunun sonucunda dünyaya gönderilir.(10)
Bu nisyan zaafiyeti öyle bir durumda belirir ki, insan çoğu kere başı dara düşmeden Rabbini hatırlayıp ona yönelmez. “İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.”(11)
Yine nisyan zaafiyeti, verdiği önemli sözleri unutma hatta inkar etme şeklinde tezahür edebilir. İnsanın bu yönünü en iyi bilen Rabbi, en uzun ayeti (tam bir sayfa / Bakara S., 282) sözleşmeleri -şahitler huzurunda- kayıt ve imza altına almakla ilgili olarak nazil buyurmuştur. “Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın…(Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir…Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir…” Ne kadar anlamlı değil mi?.. “Hafıza-i beşer nisyan ile ma’lüldür. / İnsan hafızası, unutma hastalığına sahiptir.” Bu gerçeği göz ardı edip sözleşmelerini kayıt altına almayan nice insanların sıkıntılarına şahit olmaktayız. Bir de verdikleri sözü kasten inkar edenler vardır ki, bu daha vahim bir durumdur. Bu tamamen ahlaki bir sorundur. Böyle davrananlar, başta onurlarını/saygınlıklarını ve toplum için- de güvenlerini kaybederler. Böyleleri, aynı zamanda akıllılık / kurnazlıkla kar ettiklerini zannederek aslında en büyük zararı kendi itibarlarına vermiş olurlar. Yani ne büyük bir ahmak olduklarının farkında değildirler…Ama menfaat hırsları, bu tür insanları böyle bir gaflet çukuruna yuvarlamaktadır. “…Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur….”(12) Peygamber Efendimiz de münafığın alametlerini sayarken şöyle buyurmuştur: “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez ve ona güvenildiği zaman hıyanet eder”(13)

  • İnsan olarak diğer bir zaafımız, hârislik (mal hırsı) ve cimriliktir. “İşin gereği şu ki insan; aceleci, hırslı, sabırsız, tahammülsüz yaratılmıştır.” / “Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.” / “Kendisine hayır ve nimet ulaşınca da ondan başkalarının yararlanmasına engel olur.”(14)

Hârislik ve cimrilik zaafımıza bağlantılı olarak nankörlük, şükürsüzlük ve bencillik hastalığımız da ortaya çıkar. “İnsan böyledir; Rabbi kendisini deneyip de ona cömert davranır, nimet yağdırırsa; ‘Rabbim bana ikramda bulundu!’ der. / Ama Rabbi onu(imtihan için) sıkıntıya uğratıp rızkını ölçüye bağlarsa; ‘Rabbim bana ihanet etti!’ der.”(15)

  • Acelecilik, bir diğer zaafımızdır. “İnsan, bazen şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan!”(16); “‘Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver’ diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.”(17) Bir şeyin hemencecik oluvermesini isteriz; hakkımızda hayırlı olup olmayacağını iyice düşünmeden ve oluş sürecini bekleme sabrı da göstermeden. Ve bütün yaptıklarımızın karşılığını bu dünyada görmek ve almak isteriz. Ebedi âleme yatırım yapmanın daha akılı bir iş olduğunu düşünemeyiz. Bu konuda da nefsimize mağlup oluruz.
  • Övülmeğe karşı aşırı istekli olmak da bir zaafımızdır.

Her insanın takdir edilmeye/övülmeye meyyal olması doğaldır. Ancak bu doğal eğilim, sürekli beklenti haline dönüşürse bu bir hastalıktır. Sonu narsisizme kadar varır. “Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir psikiyatrik hastalıktır. Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile hak etmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarını anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarının zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik tablolara girerler.”(18)
Kur’an-ı Kerim, bu meselede şu hatırlatmayı yapar:  “O ettikleriyle zevklenen, yapmadıkları şeylerle övünmeyi seven kişileri bir şey sanma. Artık, onları azaptan kurtulmuş da sanma. Korkunç bir azap vardır onlar için.”(19) Halbuki insan, yaptıklarıyla/yapmadıklarıyla övünmek için değil, -kendisine güzel şeyler yapmak için birçok yetenek ve imkan veren- Rabbine hamd etmek için yaratılmıştır.

  • İhmalkarlık, bahanecilik ve hizmetten kaçma hastalığı: Herhangi bir iş yapılacağı zaman kimse sorumluluk almak istemez ve bir sürü bahane üretir. Ama ücret ve ödül zamanında, talipler çoğalır. Kur’an’da zikredilen şu olay, bu hususta güzel bir örnektir: Peygamberimiz, 1400 sahabesiyle umre için Mekke’ye doğru yola çıkar. O zaman Mekke henüz müşriklerin idaresindedir. Bir savaş çıkabileceği endişesiyle, bir kısım bedevi insanlar bu sefere katılmazlar. Sudan bahanelerle geri kalırlar. Fakat aynı insanlar, Hayber ganimetleri için yola çıkıldığında orduya katılmak isterler. Cenab-ı Hak, onların bu sefere katılmalarını men eder.(20)

İnsanın doğasında bunlar gibi daha nice zaafiyetler vardır. Bu gibi zaafların esiri olmadan sorumluluklarımızı yerine getirebilirsek insan-ı kamil oluruz. Yani istenen kı- vamda gerçek insan. Bu zaaflarımızı aslında manevi terakkimiz için birer fırsata da dönüştürebiliriz. Meleklerin böyle bir şansı yoktur...İnsan, zaaflarıyla mücadele edip nefsî/behimî arzularından kurtuldukça ve salih ameller işledikçe yücelir.
(Allah’ın ve Resulünün kelamı söz konusu olunca, biz aciz kullara fazla söz düşmüyor. Sadece anlamak/hikmetine vakıf olmak için aklımızı işletmemiz yetiyor...) Bakınız kurtarıcı salih ameller konusunda Allah’ın Resulü nasıl bir örnekle bize yol gösteriyor.
“Bizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. Akşam olunca, geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Ancak, dağdan kayan büyükçe bir kaya yuvarlanıp mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında; ‘Bizi bu kayadan sâlih amellerimizi(Allah rızası için yaptığımız güzel işleri) şefaatçi/vesile kılarak Allah’a yapacağımız dualar kurtarabilir.’ dediler.
Bunun üzerine, içlerinden biri anlatmaya başladı. ‘Be- nim annem babam çok yaşlıydı. Onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden, ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim.’ dedi. ‘Birgün, odun aramak için uzaklara gitmiştim. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu.
Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım; onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü.’
Adam, bu olayı anlattıktan sonra, dua için ellerini göğe kaldırdı ve; ‘Ey Allahım! Bunu Senin rızan için yapmışsam, yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!’ dedi.
Bu duanın akabinde taş bir miktar açıldı. Ama bu, dışarı çıkmalarını mümkün kılacak bir açıklık değildi.
Bunun üzerine, ikinci adam söze başladı. ‘Ey Allahım!’ dedi. ‘Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Onunla gayri meşru yaşamak istedim. Ama o bana yüz vermedi. Fakat gün geldi, kıtlığa uğradı; yardım için bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi karşılığında yüz yirmi dinar verdim. Mecburen kabul etti. Ancak, arzuma nail olacağım sırada; ‘Allah’tan kork! Allah’ın nikah müsaadesi dışında bana yaklaşman haramdır.’ dedi. Bunun üzerine ben de ona dokunmaktan sakındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım. Verdiğim altınları da geri almadım.’
Adam bunu anlattıktan sonra, Allah’a dua için ellerini açtı ve; ‘Ey Allahım!’ dedi. ‘Eğer bunları Senin rızan için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar!’
Bu dua üzerine kaya yerinden biraz daha kımıldadı. Ama onların çıkabileceği kadar açılmadı. Çaresiz, mağarada bekleşmeye devam ettiler. Bu esnada, son bir ümit, üçüncü şahıs başından geçen bir olayı anlatmaya başlamış bulunuyordu. ‘Ey Allahım! Ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi, payına düşen ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki, çok malı oldu. Derken, uzun seneler sonra bu işçim çıkageldi ve; ‘Ey Abdullah!’ dedi. ‘Bana olan borcunu öde.’ Ben de; ‘Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git, bunları al götür.’ dedim. Adam; ‘Ey Abdullah! Benimle alay etme!’ dedi. Ben tekrar; ‘Kesinlikle alay etmiyorum. Git, hepsini al götür.’ dedim. Adam hepsini alıp götürdü. ‘Ey Allahım! Eğer bunu Senin rızan için yaptıysam, bize şu halden bir kurtuluş nasip et!’
Adamın bu duasının hemen akabinde kaya tamamen açıldı. Çıkıp yollarına devam ettiler ve böylece bu sıkıntıdan kurtuldular.”(21)
Başımız dara düştüğü zaman, Rabbimizden kurtuluş isterken vesile kılacağımız/bize şefaatçi olacak kaç amelimiz var?..Rabbim, nefsî arzularımızın kölesi olmaktan dolayı O’nun ebedi nimetlerinden bizi mahrum eylemesin.
(1): Tîn S.,4  (2): İsra S., 70 (3):Fâtır S., 39; Enam S., 165 (4): Nisa S., 28  (5): Bakara S., 286 (6): Zariyat S., 56 (7): Tîn S.,5  (8): Bakara S.,44 (9): Tâhâ S., 115  (10): Bakara S., 35-37 (11): Yunus S., 12  (12): Fetih S., 10 (13): Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai / Camius-Sağir,İmam Suyuti, H No:25 (14):Mearic, 19-21  (15): Fecr 15-16 (16): İsrâ S., 11 (17)Bakara S., 200 (18): http://tr.wikipedia.org/wiki/Narsisizm (19): Al-i İmran S., 188 (20): Fetih S., 11-15 (21) Buhârî, (Enbiyâ 50, Büyû’ 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5); Müslim, (Zikr 100) ve Ebu Dâvud’da

 

 
alt_banner