ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)

 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<<Günümüz Türkçesi>>
<< Azarbaycan Türkçesi >>

APOKRİF KİTAPLAR
<<Günümüz Türkçesi>>
 
 

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)." (Âl-i İmran S., 64)

KARDEŞ OLDUĞUMUZUN FARKINDA MIYIZ?
YA DA
MÜ'MİN OLMAMIZ NEYİ GEREKTİRİR?

Gerçek kardeşlik, aynı anadan doğmanın icabı olan ne­se­bî kardeşlik değil; kalblerin aynı Allah'a ve Resûlüne bağ­lan­masıyla hasıl olan aşk ve muhabbetle pekişen mümin kar­deşliğidir. Cenab-ı Hak, yarattığı kulların hep bu manada kardeş olmalarını, bu manadaki kardeşlik hukukuna dik­kat etmelerini istemiş; Allah Resûlü de, bu kardeşliğin en kamil örneğini, kurduğu "Asr-ı Saadet" toplumunda gös­ter­miş ve Kur'an'ın bir mübelliği olarak bu hususta bütün asırlarda müminlere ölçü olacak gerekli uyarılarda bulunmuştur.

Önce yüce Rabbimizin ayetleri üzerinde düşünelim:

"Muhakkak müminler kardeştir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin."(el-Hu­cu­rât, 10)

Bu ayet-i celilede Cenab-ı Hak, kendine inananları kar­deş ilan ediyor ve kardeş olan müminlere bir sorumluluk yüklüyor: "Kardeşlerinizin arasını düzeltin."

Demek ki, müminler arasında da zaman zaman ihtilaf ve problemler olabilir. Bu meseleler; müminlerin kardeş ol­ma­larına, birbirlerine kardeşçe muamele etmelerine mani değildir. Eğer öyle olsaydı Rabbimiz; "Kardeşlerinizin arasını düzeltin" ifadesini kullanmazdı...

Öyleyse; Müslümanların, hangi mezheb ve meşrepten o­lur­sa olsun, bazen hata üzere olmaları -iman dairesinden çık­madıkça- birbirlerini reddetmesini, itmesini-kalkmasını hor ve hakîr görmesini asla gerektirmez. Bilakis, bazı se­bep­lerden dolayı dargınlık ve kırgınlık oluşmuşsa, Allah'ın em­ri gereği hemen ıslah ve düzeltme yoluna gidilmelidir. Yoksa müminler arasındaki tabii olan bazı ihtilaflar, şer güç­ler tarafından büyütülecek, fitne, fesat tohumları yeşertildikçe yeşertilecek ve aynı davaya inanan insanlar kavgaya kadar götürülebilecektir. Ham ruhların öncülük ettiği ve fa­sıkların körüklediği benlik kavgalarının, tarih boyu Islam ümmetine ne büyük zararlar verdiğini biliyoruz...Bugün bu meselenin en canlı örneği Afganistan'daki son durum değil midir?..Birlik beraberlikle, zalim Rusları perişan ettikten son­ra ne oldu da Afganlı mücahidler, birbirlerine düştüler ve şimdi kendilerini, kardeşlerini perişan ediyorlar? Ne ka­dar yazık değil mi?!.Cenab-ı Hak, mezkur ayetin sonunda; "Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin," buyuruyor. De­mek ki, kardeşlik hukukuna riayet etme hususunda Allah'­tan korkmayanların üzerinden Cenab-ı Hak rahmetini de çekiyor. Allah'ın, vazifesini yerine getirmeyen bir mümin topluluğa dahi rahmet etmemesi ne büyük bir azab ve ne büyük bir uyarıdır!..Rahmetine layık bir topluluk olmaktan Rabbimiz bizi ayırmasın!..

Dedikodunun, iftiranın, gıybetin, hasedin ve fitne-fesa­dın kol gezdiği, her türlü iletişim imkanlarıyla hızla yayıl­dığı günümüzde en çok dikkat etmemiz gereken husus; bize ulaşan her haberi araştırmadan hemencecik inanma saflığına düşmemektir...Bakınız bu hususta yüce Rabbi­mi­zin buyruğu nedir?:

"Ey inananlar! Size fâsık(yoldan çıkmış) birisi bir haber ge­­ti­rirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa, bilmeyerek bir topluluğa(cemaate) karşı kötülük edersiniz de sonra yap­tığınıza pişman olursunuz."(el-Hucurât, 5)

Bu ayette, haber getirenin durumunun tesbitinden son­ra getirdiği haberin tetkik edilmesi emrediliyor. Fâsık, gü­nahkar ve yoldan çıkmış anlamlarına geliyor. Fısk içe­ri­sin­de olan, bizzat bir şahıs olabileceği gibi, fâsık insanların yön­lendirdiği ve haberler yazıp veya sunduğu basın-yayın or­ganları da olabilir. Hal böyle olunca; bugün gerek bey­nel­milel gerekse ülkemiz çapında insanlara doğru, çarpıtılmamış haber sunan kaç 'medya' organı bulabilir­siniz?..So­rumluluğunun bilincinde olan birkaç yayın kuruluşu da ol­masaydı, insanımız tamamen yalana mahkum ve teslim ol­maya devam edecekti! Bu yalanlar, resmi ya da gayr-i resmi olarak devam edecekti!

Müminlerin, hüsn-ü zan prensibini unutarak yalan ha­berlerle şartlandırılmaları; zamanla birbirleriyle alay etme, daima mümin kardeşinde kusur arama, onu kötü lakaplarla çağırma ve nihayet küfürle itham etme ve reddetme man­tığını doğuracaktır. En tehlikeli olanı da budur. Cena­b-ı Hakk'ın bu hususlardaki şu kesin uyarısını her 'müminim' di­­yen kişi kulağına küpe etmelidir:

"Ey müminler! Bir topluluk(cemaat), diğer bir toplulukla(cemaatle) alay etmesin. Belki (onlar), kendilerinden iyi­dirler. Kadınlar da, (diğer) kadınlarla alay etmesin. Belki (on­lar) kendilerinden iyidirler. Birbirlerinizde kusur aramayın. Birbirinizi kötü lakapla çağırmayın. Inandıktan son­ra kötü adla çağrılmak ne kötüdür! Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerdir."(el-Hucurât, 5)

Evet, ayet-i kerime apaçık. Buna rağmen alay etmeyi, ku­sur aramayı, kötü lakapla çağırmayı meslek edinenlere ne de­meli?

Galiba onlar; mü'min olmanın, iman kardeşliğinin ve Tevhid'in lezzetini henüz tam anlamıyla tadama­mış­lar­dır... Galiba onlar, benliklerinden, bencilliklerinden, gurur ve kibirlerinden sıyrılarak takva, ihsan ve îsar şuuruna ulaşamamışlardır. Onlar, ne yaptıklarının farkında bile değil­dirler. Onlar için tek kurtuluş kapısı vardır; tevbe. Yoksa Rab­bimizin beyanıyla; "Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerdir." Onlar, hem kendilerine, hem de mümin kardeşleri­ne zulmetmiş olurlar. Sevgili Peygamberimiz ne güzel bu­yu­ruyor!:

"Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez ve onu zulme teslim etmez."(Buhari, Müslim)

Hangi mezheb ve meşrebden olursak olalım, hatta siyasi tercihlerimiz ne olursa olsun; kusur arama ve dışlama mantığından kurtulup birbirimizdeki güzellikleri öne çıkararak gönülden ve Allah rızası için sevmeyi öğrendiğimiz gün, Ce­nab-ı Hakk'ın inayet ve rahmetiyle yeniden topyekûn di­riliş ve kurtuluşun nurlu çemberine girmiş olacağız. Değil­se; çok şey konuşacağız, çok enerji tüketeceğiz, cihad ettik, mü­ca­dele ettik sanacağız; fakat hedefe ulaşma yolunda bir adım bile atmış olmayacağız. Müminlerin birbirlerini sev­giyle kucaklamaları o kadar önemli bir husustur ki, Allah Re­sû­lü bunu imanla bütünleştiriyor:

"Iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız!"
 
alt_banner